29 Mayıs 2007 Salı

Eş... iki dost gibi...............

Arabamı park yerine bırakıp öfisime doğru giderken gördüm karşıdan gelen kadını.

Ufak tefek.Tombulca.Temiz giyimli. Biraz geçkin ama sağlıklı. Beyaz tenli.

Mantosu iyi kumaştan. Başörtüsü ipekli. Bu hali ile, görmüş geçirmiş ve bir zamanlar varlıklı bir hanım olduğu belli. Her iki elindeki yüklerinin ağırlığı ile bir sağa bir sola yalpalayarak yürüyor. Ama o kadar da yavaş ki!.. Belli ki daha fazlasına gücü yetmiyor.

Bu zayıf kış güneşi bile onu terletmeye yetmiş. Yüzü pençe pençe kızarmış; sanki nişanlısı ile buluşmaya giden genç bir kız...

Bir elindeki naylon poşetin içinde küçük likit gaz tüpü. Diğerinde sentetikten yapılmış bir pazar torbası; içinde, kenarı kırık bir vazo, bir miktar mangal kömürü; kenarı yırtılmış naylonundan görülen, iki ekmek, birkaç kilo patates, biraz kuru soğan ve altlarda bir kaç parça daha öte/beri...

Biraz sonra; kaldırıma ulaştığında mola verecek gibi... Kim bilir kaçıncı dinlenmesi, çarşıdan beri?..

Kaldırıma gelmeden, bir kaç adımda ona ulaştım:

"Ne çok yüklenmişsiniz... ne çok..."

İrkildi... Her iki elindeki yükleri yere bırakıverdi. Son bir gayretle, kaldırıma ulaşabilmek için, farkında olmadan tuttuğu, soluğunu koyverdi...

"Ohhh..."

"Nerelerden geliyorsunuz ?"

Kimin laf attığını anlamak için başını kaldırdığında gözlerini gördüm. Şaşırdım. Bu yorgunluğa karşın böyle bakılabilir mi? Böyle berrak, böyle gözlerinin bebekleri gülerek ve sevgi ile... bezginliğin gölgesi olmadan...

Utanmış gibi başını umuzuna eğerken, mantosunun cebinden kar gibi beyaz, patiska mendilini çıkardı, yüzünün terini sildi. Mahçupça, yanaklarının kırmızılığı biraz daha artarak:

"Çarşıya çıkmıştım. Eksik gedik tedariki için."

"Hepsini alabildiniz mi bari?"

"Ne gezer efendim. Bu devirde her eksiği almak mümkün mü?

"Keşke otobüse binseydiniz... Bu kadar yorulmazdınız..."

Önce ne yanıt vereceğini bilemedi. Ama bundan sonra saklamanın ne önemi vardı ki...

"Son zamlarla otobüs biletleri de arttı iyice; gidiş dönüş beşyüz lira oldu efendim."

"Kiminiz, kimseniz yokmu?.. Size yardım edecek?.."

"Eşimi beş yıl evvel kaybettim. Çocuğumuz olmamıştı. Yeğenlerim var ama herkesin de kendi işi var"

Doğrusu bu ya, içim "cız" etti. Kendimi ona yakınlaşmış hissettim.

"Hadi birlikte yürüyelim, torbalarınızı taşımanıza yardım ederim."

"Aman efendim... nasıl olur?.. size zahmet olmasın..."

"Zahmet olmaz, zaten ben de o tarafa gidiyorum."

Torbalarını aldım, birlikte yürümeye başladık...

Arabamı park yerine bırakıp öfisime doğru giderken gördüm karşıdan gelen kadını.

Ufak tefek.Tombulca.Temiz giyimli. Biraz geçkin ama sağlıklı. Beyaz tenli.

Mantosu iyi kumaştan. Başörtüsü ipekli. Bu hali ile, görmüş geçirmiş ve bir zamanlar varlıklı bir hanım olduğu belli. Her iki elindeki yüklerinin ağırlığı ile bir sağa bir sola yalpalayarak yürüyor. Ama o kadar da yavaş ki!.. Belli ki daha fazlasına gücü yetmiyor.

Bu zayıf kış güneşi bile onu terletmeye yetmiş. Yüzü pençe pençe kızarmış; sanki nişanlısı ile buluşmaya giden genç bir kız...

Bir elindeki naylon poşetin içinde küçük likit gaz tüpü. Diğerinde sentetikten yapılmış bir pazar torbası; içinde, kenarı kırık bir vazo, bir miktar mangal kömürü; kenarı yırtılmış naylonundan görülen, iki ekmek, birkaç kilo patates, biraz kuru soğan ve altlarda bir kaç parça daha öte/beri...

Biraz sonra; kaldırıma ulaştığında mola verecek gibi... Kim bilir kaçıncı dinlenmesi, çarşıdan beri?..

Kaldırıma gelmeden, bir kaç adımda ona ulaştım:

"Ne çok yüklenmişsiniz... ne çok..."

İrkildi... Her iki elindeki yükleri yere bırakıverdi. Son bir gayretle, kaldırıma ulaşabilmek için, farkında olmadan tuttuğu, soluğunu koyverdi...

"Ohhh..."

"Nerelerden geliyorsunuz ?"

Kimin laf attığını anlamak için başını kaldırdığında gözlerini gördüm. Şaşırdım. Bu yorgunluğa karşın böyle bakılabilir mi? Böyle berrak, böyle gözlerinin bebekleri gülerek ve sevgi ile... bezginliğin gölgesi olmadan...

Utanmış gibi başını umuzuna eğerken, mantosunun cebinden kar gibi beyaz, patiska mendilini çıkardı, yüzünün terini sildi. Mahçupça, yanaklarının kırmızılığı biraz daha artarak:

"Çarşıya çıkmıştım. Eksik gedik tedariki için."

"Hepsini alabildiniz mi bari?"

"Ne gezer efendim. Bu devirde her eksiği almak mümkün mü?

"Keşke otobüse binseydiniz... Bu kadar yorulmazdınız..."

Önce ne yanıt vereceğini bilemedi. Ama bundan sonra saklamanın ne önemi vardı ki...

"Son zamlarla otobüs biletleri de arttı iyice; gidiş dönüş beşyüz lira oldu efendim."

"Kiminiz, kimseniz yokmu?.. Size yardım edecek?.."

"Eşimi beş yıl evvel kaybettim. Çocuğumuz olmamıştı. Yeğenlerim var ama herkesin de kendi işi var"

Doğrusu bu ya, içim "cız" etti. Kendimi ona yakınlaşmış hissettim.

"Hadi birlikte yürüyelim, torbalarınızı taşımanıza yardım ederim."

"Aman efendim... nasıl olur?.. size zahmet olmasın..."

"Zahmet olmaz, zaten ben de o tarafa gidiyorum."

Torbalarını aldım, birlikte yürümeye başladık...

Eş... iki dost gibi...
cenk sandıkçıoğlu..................

0 yorum: