26 Mayıs 2007 Cumartesi

Bİr Hayat Yetmez....

Bazı insanlara bir hayat yetmez. Yaşadıklan zaman dilimi içinde hayat başka
pencerelerden seyretme ihtiyacı onları
maceradan maceraya savunur.

Böyleleri için en büyük tehlike "başarıya ulaşmak’ tır.
Çünkü başarı insanı zehirler, uyuşturur, hareketsiz kılar; yaratıcılığını,
heyecan ve mizah duygusunu öldürür.

Tanrı bizi böyle başarılardan korusun!

Düşünün ki gençliğinizde bir iş tutturdunuz. Bu iş size para kazandırdı,
rahat bir hayata kavuştunuz;
iyi bir evde oturuyor, güzel lokantalarda yemek yiyebiliyor ve tatil
yapabiliyorsunuz.

Yediniz, içtiniz, gezdiniz, tozdunuz.

Peki sonra?

Sonrası koca bir boşluk, bir sıkıntı, bir hiçlik duygusu.

Bunu en iyi anlamış olanlardan birisi oyun yazan Tennessee Williams'tı.

Bu harika adam "Glass Menagerie" adlı oyununun başarı kazanması üzerine
büyük bir sinir krizi geçirdi.

Şöyle anlatıyordu: "Bu başarıdan önce yaşadığım hayat dayanıklılık
gerektiren, dişle tırnakla didinmeyi
şart koşan bir hayat tarzıydı ama iyi bir hayattı. Çünkü insan organizması
böyle bir hayat için yaratılmıştır.
Bu durum kaybolana kadar fark etmemiştim. Oturdum, kendime baktım ve birden
depresyona girdim."

Williams sinir krizi geçirdikten sonra daha başarılı bir eseri olan İhtiras
Tramvayı'nı yazdı.

Bu "Şeytan azapta gerek!" durumunu Dostoyevski de çok yaşadı. Bir romanın
başarı ve para kazanması üzerine kumarhanelere
gider ve bütün parasını kaybederek yeni bir roman yazma zorunluluğu ile
karşı karşıya kalırdı.

Pablo Picasso durmadan resim tarzını değiştirir ve kendisine ün-para
sağlayan bir tarzın konforunu terk ederek yeni riskleri göze alırdı.

Rahat bir hayatı olan muhasebeci Gauguin bu yüzden evini, karısını,
çocuklarını terk edip sonu
Tahiti'de frengiden ölümle bitecek bir maceraya atılmıştı.

***

Bu duygular elbette karnı doymuş insanlar için geçerli.

Açlık ve geçim sıkıntısı bunların hiçbirine yer bırakmaz.

Ayrıca belki biraz da sanatçılar bu delilikleri göze alıyorlar.

Çünkü yaşadıktan hayata dışandan bakabiliyor ve kendilerini bir roman
kahramanı olarak görüyorlar.

O zaman da içinde bulundukları güvence ve başarı ortamı onlara son derece
yavan, tatsız tuzsuz ve sıradan geliyor.

Bu dünyadaki konukluk süreleri bitmeden, fırtınalı denizlerin tuzunu
hissetmek ve diğer insanların "delilik" diye niteleyeceği
maceralara atılmak istiyorlar.

Çünkü sonunda şöhretten de bıkılır, başarıdan da.

Ünlü olmanız, artık kendinizi sınamayacağınız anlamına geliyor; yani ölüm
gibi bir şey.

Bu yüzden bir gökdelenin tepesinde aşağı atlamak isteği duyan bir adam gibi,
kendinizi durmadan yeni risklere fırlatmak istiyorsunuz.

Hayati çoğaltmak ancak şöyle mümkün oluyor.

Sonunda Neruda gibi, "yaşadığınızı itiraf etme" noktasına geliyorsunuz.

ALINTIDIY

0 yorum: