26 Mayıs 2007 Cumartesi

Turkish Psycho:Bir Tüketim Toplumu Eleştirisini Nasıl Tüketebilirim?

Saat: 07:05. Uyanıyorum.

Daha doğrusu annemin yoğun çabaları sonucu yarı uyanık hale geliyorum.

Bunu başarmamla birlikte 07:15 oluyor. (saat özellikle 07:05'e ayarlı,
07:00'a değil. 5 dakika daha fazla "uyumam" kendi hayatım üzerinde 5 dakika
daha fazla söz sahibi olmam demek.)

Banyo. Diş fırçalama. (Batemanvari* söyleyişte 'Colgate Total'i de eklemek
gerekirdi -pratik ve hijyenik dik tüp.) İçimden küfür ediyorum. Herkese; ve
kendime de bu arada.

Yüzümü bakterilere karşı etkili sabunla yıkıyorum. Geldik en keyifli kısıma:
"extra strong multivitaminli, alkolsüz jöleyle saça şekil verme" işi.
(Kesinlikle günün o saatinde yapmak istediğim ilk 100 şey listesinde yer
almadığını belirtmeme gerek var mı bilmiyorum.) Elimi kavanoza daldırıp epey
bir jöle aldıktan sonra saçıma götürüyorum. Dik dik mi olsun geriye mi
yatırsam. Olmadı yatmıyor lanet saç. Su ile ıslatıyorum. Biraz daha jöle. 10
dakika kaybedilmiştir. Servise geç kalma olasılığı belirgin biçimde
artmaktadır. Saç bu haliyle bi' boka benzemedi ama idare eder.

Panik içinde giriş kartı ve cüzdan ve çekmece anahtarı aranır. Bunlar
olmadan kendini de götürme daha iyi. O sıralar okumakta olduğum kitabı alıp
poşete koyduktan sonra kapıyı çarpıp çıkıyorum. Poşet, kitabı yağmurdan
filan korumak için (üzerinde D&R yazıyor.)

Bakkalın önünden geçerken selam veriyorum. Servise yetişmek için acele
edişimden keyiflenmiş gibi. Haklı. Dışarıdan bakılınca çok komik bir görünüm
sergilediğim kesin. Servis geliyor. Yağmur saçlarımı ıslatmış. Olsun, çok
fazla jöle sürmüştük zaten. (En azından Bateman kadar hassas değilim bu
konularda.)

Servis halkına kısık sesli bir günayd.... Genelde aynı ses tonunda yanıt
alınır. Eğer arkadaşlardan biri o gün manik modda değilse tabii. Poşetlenmiş
kitap serviste okumak içindir ama ya konsantre olunamaz ya da uyku bastırır.
(Uyku haftanın son günleri iyice bastırır; Perşembe, Cuma poşet alınmaz.)
Yine de 20 sayfa gibi rekorlara erişitiğim zamanlar olmuştur.

Serviste sabah muhabbeti pek olmaz; sinirler gergin, uyku nöbettedir.
Saat:08:30. İşyerine gelinir.Yine dışarıdan bakılınca oldukça komik gelen
atmosfer içerisindeyimdir. Güvenlik taramasından geçmeden önce sıraya
girilir. Ben, o makinanın (adı aklıma gelmiyor ama röntgen cihazı gibi bir
şey) önünde vakit kaybetmemek için poşeti açar, kitabın sayfalarını güvenlik
görevlisine gösterir, hızla geçerim. (Bu anlarda askerdeyken inzibatların
yaptığı kitap kontrolleri gelir aklıma. Bateman askere gitmemişti. Gitseydi
yakayı ele verirdi kesin.)

Kahvaltı: kusma isteğini bastırarak birşeyler yemeye çalışma. Bazen kusma
isteği baskın gelir, tabağımdakinin tamamını yemeden ayrılırım. Kafede
kulağıma takılanlar yüksek ihtimalle dün akşamki maçla, yöneticilerle ya da
saça fön yaptırma ile ilgilidir. "Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman uykusunda
bir kuş ölür ecelsiz."

Work, sweet work. İşim telefonla. Önce telefona şifremi ve -ne diyor-
'author code'umu giriyorum. Telefonun markası Ericsson. Konferans olayı
güzel. 10 değişik melodisi var. Hewlett Packard bilgisayara şifremi girerim.
Log-in olduktan sonra kullandığımız esas program için bi şifre daha. Sonra
yazışma ortamı için bi şifre daha: z,o,m,b,i, ve e harflerini giriyorum.
Kahretsin. Capslock'a basmayı unutmuşum.Tamam bi Cranberries manyağı olduğum
da doğru ama bu ifade ruh halimi gerçekten yansıtıyor.

Masaüstünde her zamanki gibi bir Kubrick filmi afişi. Bi' özelliği mi var?
Hayır. Sırf iş olsun diye yapmış olmam kuvvetle muhtemel. Aslında Planet of
the Apes'in afişi daha iyi olur. Bi ara imdb.com'dan bişiler indiririz. Saat
09.00.00 olana kadar bekliyorum. Bir saniye önce değil. Saat 18:00:00 a
kadar 'stand by' moduna geçeceğim için; kusura bakmayın. Gün boyu onlarca
tanımadığım insana hitaben günaydın, iyi günler, iyi akşamlar diye başlayan
cümleler kuruyorum. Ben kurmuyorum aslında ağzımdan otomatik olarak çıkıyor
cümleler. Öylesine otomatik ki bazen makine hatası oluyor: gün ortasında
günaydın; sabah sabah iyi akşamlar diyorum.

Molaları düşersek her gün tam 465 dakika boyunca bu tanımadığım insanlarla
yaptıkları alışverişler, bu alışverişler için ödedikleri faiz, vs.vs.
hakkında konuşuyoruz. Bu konuşmalar süresince raporlarım tutuluyor.
Raporlarda telefonda olmadığım süre için unavailable kavramı kullanılıyor.
Oysa ben 9 saat boyunca bir an bile 'available değilim' ki...

Bilgisayar ekranından da olsa Bateman'dan fazla marka görüyorum. Platin
American Express'im yok. Hatta Amex'im bile yok. (Başvururdum belki ama
fazla yerde geçmiyor. Belki de Advantage almalıyım. Taksit olayı iyi. Şimdi
al çok sonra öde.) Fonda Oasis çalıyor: "And all the roads we have to walk
along are winding"...

Saat 18:00:00: Yes! I am sure, "I definitely want to disconnect" bilmemne!
Bilgisayar beni aptal yerine koymakta ısrarlı. Her eylemimin ardından emin
olup olmadığımı soruyor. Bilgisayarın paranoyaklaştığını düşünüyorum.

Eve giderim. Eve gitmeden önce bi mağazaya uğrarım. Belki Visa classic'imle
birşeyler alırım. Belki si..iğimin bi kazağı. (Ne yaparsın Bateman, sansür
olmasa bile otosansür var.) Bi gömlek ya da bir mutfak robotu. Ne
farkı/önemi var. Slipi imzalıyoum. Kendime güvenim yerine geliyor. İmzam her
yerde para demek. Ben önemliyim. Ben de sistemin bir parçasıyım. Ben 16
haneli bir sayıyım. Ve Sting: "I'll sell the stock, we'll spend all the
money".

Eee ne diyorduk. Eve giderim traş olurum. Bi yerlerimi keserim muhtemelen.
Eskiden kan tutardı beni, artık önemsemiyorum. Yoksa Bateman, yoo yoo. Sonra
banyo, yemek. Ardından Efes "sek"! Biraz da sanal âlemde geziniriz ha?.. Cd
now'dan bir Cat Stevens cd'si ısmarlarız belki. Ya da amazon.com'dan bir
kitap. Bir sürü kitap alıyorum. Hepsini okumaya ömrümün yetmeyeceğini
biliyorum. Olsun, tatmin oluyorum. En azından bir süre için. Winamp'ta
ardarda 18 kere "Losing my religion" çalıyor.

Ne yazık ki Bateman; "Ayşe Özgün Şov" işte olduğum bir saatte yayınlanıyor.
Gerçi videoya kaydetmem mümkün. Ama ne yaparsın izleyecek pek vakit yok.
Onun yerine ara sıra "A Takımı"nı izliyorum. En sevdiğim konular: "Sanatçı
diye kime denir; ve Konservatuar'lı olmadan şarkı söylemek mümkün müdür?" Bu
konuda derin bir araştırma yapmayı düşünüyorum. Biraz Aşık Mahzunî
dinliyorum.

Uyumadan önce, yedi cetlerine rahmet okuduğum yetkililer elektrikleri
kesmezse aldığım kitaplardan birini okurum belki, ya da erkenden uyurum. Ne
de olsa dengeli uyku işte verimliliğimi artırıyor. Gece boyunca 'screen
saver'lar geçiyor gözlerimin önünden. (Pek uyuduğum söylenemez ya uyur ve
rüya görürsem bunun Naziler'le ilgili bir rüya olma olasılığı yüksektir.)

Günler günleri kovalar. Dünyaya çetele tutmak ve volta atmak için gelmiş
biri olduğunuzdan hep rahatsızsınızdır, sürekli uyanık, bir o kadar da her
an shut down durumuna geçmeye hazır. Fonda: "Show must go on" çalmaktadır...

Okumamış olanlar için: Patrick Bateman, Amerikan Sapığı adlı romanın baş
karakteri. (Bret Easton Ellis -OM) "ŞİDDET"le tavsiye edilir


BU BİY ALINTIDIY....

0 yorum: